İSLAM’DA YÖNETİMDE ADALET VE DÜRÜSTLÜK
Toplumun ve bireylerin huzur ve güvenliğini, mutluluğunu sağlamada tek başına din yeterli değildir; dinin yanında devlet denilen bir otoriteye de ihtiyaç vardır.İslam dininin en belirgin ve temel niteliklerinden biri hem dünya hem ahret dini oluşudur.Bundan dolayı Hz. Peygamber Mekke’den Medine’ye hicret eder etmez yalnız dar anlamda bir din önderi değil aynı zamanda siyasi bir lider olarak davranmış,din faaliyetleri yanında toplumsal ve siyasi işlerin düzenlenmesi ve yönlendirilmesi işini de üzerine almış,Medine’deki Müslüman olan ve olmayan bütün unsurların benimsediği bir anayasal belge hazırlayarak dinin öngördüğü ilke ve hedeflerle uyumlu bir siyasi yapı oluşturmaya çalışmıştır.
Önce siyaset doğal ve toplumsal zorunluluğun bir sonucudur. Şöyle ki:insanlar,yalnız başına altından kalkamayacakları çoğunlukta ihtiyaçla yüklüdürler.Bu durum,insanların birlikte yaşamalarını zorunlu kılar;ancak bu birliktelik sürtüşme ve çekişmelere yol açar.İşte ihtiyaçların çekişmelere yol açmayacak şekilde barış,güvenlik ve adalet içinde karşılanması ancak siyaset denilen yapılanmayla mümkündür.
Siyaset mesleğinde adalet ve dürüstlük bütün faziletlerin başında gelmelidir. İslam dünyasının önde gelen düşünürlerinden Farabi siyasette adaletin tanımını yaparken “ ülkenin maddi ve manevi imkanlarında ,her vatandaşın ehliyet ve liyakat ölçüsünde hakkı ve payı bulunduğunu belirterek bu payı eksiksiz vermenin adalet veya hiç vermemenin yada verilen hakları güvence altına alıp korumamanın bireye zulüm olduğunu ” ifade eder.Devlet hiçbir vatandaşından bir hakkı,iradesi dışında,bedelini vermeden alma hakkına sahip değildir. İlginçtir ki Farabi, bireye karşı yapılan bir haksızlığın topluma karşı işlenmiş bir suç sayılabileceğini de düşünmüştür ki,bireysel haklara toplumsal bir boyut tanınması ancak çağımızda gündeme getirilebilmiştir.Yine Farabi bireylere haklarının verilmemesini veya kanunda öngörülenden daha ağır cezalar verilmesini,yalnız bireye değil, topluma karşıda bir suç olarak değerlendirmiş olup bu da günümüzde hukukun üstünlüğü,eşitlik gibi kavramlarla dile getirilen yüksek bir düşüncedir.
Nitekim tarih boyunca ve bütün toplumlarda devletin işleri içinde en önemlilerinin adalet ve dürüstlük olduğu düşünülmüştür. İslami kaynaklarda da siyasette adalet ve dürüstlük konusu üzerinde önemle durulmuştur.İslam dünyasının önde gelen düşünürlerinden Farabi’nin ifadesiyle “ Toplum sevgiyle kaynaşır,adaletle yaşar. ” Toplumun bekasının teminatı olan adalet,öncelikle bir devlet işlevidir.Devlet her vatandaşına hakkı olan geçim imkanlarını,şeref ve itibarını,sağlığını,eğitimini,huzur ve güvenliğini,makam ve mevkiini vermekle yükümlüdür.Devlet bunları verdiği ve bunları koruduğu takdirde adaleti gerçekleştirmiş olur. Etkin devlet,çok farklı arzu,ihtiras,menfaat arayışı içinde olan insanları kontrol eden,uzlaştırıp kaynaştıran,onları birbirine zarar vermekten alıkoyan,hukuk düzeni sayesinde düşmanlık ve haksızlıkları önleyen bir sosyal ve siyasal yapı ve otoritedir.
Bir toplumda sevginin yaygınlaşması,adaletin gerçekleşmesi ve haksız güç kullanımının ortadan kalkması ancak o toplum yönetiminin faziletli insanların elinde bulunmasıyla mümkün olur.Onun için Farabi şöyle der ; “ Bir faziletli insan öldüğü zaman insanlar ona ağlamasın,asıl onu kaybeden ülke halkı ağlasın. ” Hz.Peygamber “ iş ehlinden başkasına verilmeye başlandığında kıyameti bekle”buyurmuştur.Bu hadiste “iş” anlamına gelen emr kelimesi,öncelikle devlet işi yani idari ve siyasi görev olarak düşünülmüştür.
Yukarıdaki hadis,siyasette ehliyetin önemini açık bir şekilde göstermektedir.Bu sebeple islam bilginleri,eserlerinde siyasi ve idari görevlere getirilecek kişilerde aranması gereken niteliklere geniş yer vermişlerdir.Bunlardan Farabi, ideal bir devlet başkanında bulunması gereken başlıca nitelikleri şöyle sıralar: beden sağlığı ve kusursuzluğu,anlama ve kavrama üstünlüğü,güçlü hafıza,güçlü zeka,etkili hitabet,öğrenme sevgisi ve yeteneği,mideye düşkün olmama,doğruluk sevgisi, cömertlik ve ikram sevgisi,gönül zenginliği ve tok gözlülük,adalet sevgisi,azim ve kararlılık.
Maverdi; “ bir ülkeyi zulüm kadar tahrip edebilecek başka hiçbir şey yoktur ” diyerek ülkedeki bütün bozukluklarda adaletsizliğin mutlaka bir payının ve etkisinin bulunduğunu ifade ederek evrensel bir gözlemi dile getirmiştir.Bu yüzden İslam bilginleri adaleti,insanın bizzat kendisine karşı adil olmasından başlayarak bütün ülkeye dalga,dalga yayılması gereken bir rahmet gibi görmüşlerdir. Nitekim Hz.Peygamber“ on kişi üzerinde bile olsa,yöneticilik yapmış olan her insan kıyamet gününde Allah’ın huzuruna elleri boynuna bağlı olarak gelir.Sonra da ya adaleti sayesinde kurtulur veya haksızlık etmiş olduğu için mahvolur! ” buyurmuştur.
Herkesi kucaklayan bir adalet uygulaması fertleri kaynaşmaya ve her bakımdan saygıya sevk eder. Ayrıca ancak kapsamlı bir adaletle ülke mamur olur,iktisadi gelişme gerçekleşir ve devlet güvencede olur.
Peygamberler Peygamberinin “ Eğer benden sonra bir Peygamber olsaydı, muhakkak Ömer İbni Hattat olurdu ” buyurduğu büyük insan,muhteşem adalet ve hakkaniyet örneği,Beytülmal adlı İslam Hazinesini ilk kuran ,geceleri uyumayıp şehri,köşeyi,bucağı gezen ve ilk zabıta fikir ve teşkilatını getiren,heybetiyle bütün dünyayı titreten,adaletiyle güneş gibi parlayan,herkese hakkını veren,çalışma odasında iki mum bulundurup birini devlet işleri için,diğerini şahsi işi için kullanan,İslam da defterve divanı icat eden,ilk muhasebe ve sistem temeline yol açan,kocakarıya hamallık yapan,yetimlere çorba kaynatıp yediren, Beytülmal’a ait develeri tımar eden eşsiz adaletiyle düşmanlarını bile hayrete düşüren Halife Hazret-i Ömer’in (r.a) oğlu Abdullah bir deve satın alır ve onu evvela meralara sürüp iyice besler.Deve devlet meralarında iyice semizlendikten sonra Abdullah onu pazara getirir ve saltığa çıkarır.Bir adamla pazarlığa tutuşur.Tam bu sırada hak ve adalet güneşi Hazret-i Ömer (r.a)orya gelir ve sorar!
-Bu semiz deve kimin?
-Oğlunuz Abdullah’ın,
Hemen oğlunun karşısına dikilir:
-Ya Abdullah! Bu deveyi böyle nasıl besledin ki, bu kadar semizlenmiş?
Abdullah tatlı,tatlı gülümseyerek saf,saf konuşur:
-Meraya sürdüm aziz babacığım! Orada iyi otlamış olacak ki, bu kadar semizlenmiş!
Gönülleri aydınlatan din büyüğü ve koca devletin reisi Hazret-i Ömer (r.a)’in kafasında düğüm,düğüm düşünce…Sonra tane,tane şöyle der:
-Ya Abdullah!Bu deveyi sattıktan sonra ana parasını kendin al,ticaretini derhal bana getir,hazineye yatıracağım!
Abdullah’ta hayret,dehşet,ibret içerisinde:
-Niçin ey aziz babam ?
Hazret-i Ömer (r.a) dudaklarında ışık,ışık bir tebessüm,dilinde hakikat incileri ve irfan elmasları:
-Herkesin devesi iskelet halindeyken senin devenin bu kadar semizlenmiş olması bir tesadüf değildir.Senin deveni merada görenler, “ Aman dokunmayın halifenin oğlunun devesidir.Şurada sulansın,şurada otlasın” diyerek hilafet makamımız senin devenin iyi otlamasına vasıtalık etti.Devende nüfuzumuzla semizlenmiş oldu.Bu sebeple deveni satın aldığın fiyat olan sermayesini al,nüfuzumuzla elde edilmiş olan semizleşme parasını hazineye devret!
Evet ey insanlık! Böyle bir üstün idrak bu gün kimde var?
Bir şeyi gerçekten yapmak isteyen bir yol, istemeyen mazeret bulur!
Cengiz ŞAHİN
Amasya Orman Bölge Müdürlüğü
Orman Koruma ve Yangınla Mücadele Şube Müdürü