Eski zamanlarda pek azdır davullu-zurnalı ana-baba evinden gelin edilen. Çoğu ailelerde karşılaşırsınız kaçarak evlenenlere. Ya annemizdir, ya ablamız ya da komşumuz. Şimdilerde evlenmek için evinden kaçanların hikâyelerini pek duymuyoruz; bu tarz evlilikler de kalmadı sayılır. Gençler kendi rızasıyla ve tanışarak evlenme yolunu seçiyor. Dünün evliliklerinin kaderi kaçmakta saklıydı belki. Zamanın genç kızları gece yarısı baskınıyla evden kaçarlarmış; mutlu olacaklarını düşünerek çıkınındaki birkaç parça çeyizliğiyle. Belki de başlık parasının çok olmasıdır o zamanlar gençleri kaçarak evlenmeye iten. Öyle ya ne zaman birikecek bu yoklukta bu kadar para. Ya da zamanın adeti olarak görmek mi gerek bilemiyorum. İlgimi çekmiştir evden kaçarak evlenenlerin hikâyesi. Çoğu akrabamdır; (laf aramızda bir tanesi de annem olur) ”Şimdiki aklın olsa yapar mıydın? Diye sorarım kendilerine. Soruma olumlu cevap vereni hiç hatırlamıyorum desem doğrudur çok az istisnalar dışında. Evliliklerine gıpta ile baktığım ailelerin bu soru karşısında ne diyeceklerini şaşırdıklarını görmüşümdür çoğu zaman. Geçmişin acı izini silemediklerini sizde gözlemlemişsinizdir onların yüzlerinden, sözlerinden. Anne baba olduklarında anlamışlardır çoğu; anne babalarının ne pahasına olursa olsun kırılmaması gerektiğini. Bin pişmanlıkla geçmiştir seneler.
Bayramlar sevinç günleridir evlerde. Ya onlara. Bin mahcubiyet içerisinde bin bir ızdırap yaşatır doğdukları, büyüdükleri, oynadıkları odalar. Duvarların kendilerine sitemle konuştuğunu duyar gibi olur evden kaçanlar. Biraz da af edilme ümididir her fırsatta tekrar onları baba ocağına getiren. Anne babalarının ağızlarına bakarlar her evlat gibi ama her evlattan çok farklı duygularla. Gözleri af bekler, vicdanları: dinmesini yangınlarının. Yılların burukluğunu evlerindeki bir af fermanı çözülecektir. Yüreklerindeki yangını söndürebilecek yegâne itfaiye memurudur anne babaları. Ancak ne yaparsa yapsınlar gene de bir boşluk yaşarlar gizledikleri iç âlemlerinde evden kaçanlar. Kalabalıklar içinde yalnızları oynarlar hem de tebessüm etmeye çalışarak. Anne baba….Sabır taşı olmuştur yıllar geçtikçe; Onların yalnızlıklarını gene anne babaları dert edinir. Hiç yaşanmamış, hiç olmamış gibi davranarak yüreklerine gömdükleri o acı günü hissettirmek istemezler çocuk sahibi olmuş çocuklarına. Affetmişlerdir. Silmeye çalışmışlardır silebildikleri kadar. Peki, silinmiş midir, silinebilir mi bu büyük hata tamamen. Bilemiyorum. Başkaları adına yorum yapmanın da hakkım olmadığını düşünürüm. Ama bildiğim bir şey var. Anne ve baba; dünyanın en mukaddes varlığı ve hiçbir gerekçe onların üzülmesine, kalplerinin birazcık da olsa incinmesine sebep olmamalı. Onlar, eteklerinden tutunacağımız meleklerdir Allah’tan bize emanet edilen. Nice âlim ve zalimler var anne kucağını bir çocuk gibi bu yaşında arayan, bekleyen. Daha doğrusu hangimiz bilmem kaç yaşında olmamıza rağmen anne kucağını bulunca mayışmadan durabilir. Ben memleketime her gittiğimde bir kedi gibi anne-babamın ayaklarında dolaşmaktan büyük zevk alıyorum. Zaman geçtikçe değer kazanıyor gönül dünyamda anne babam. Yanlarında oldukça mutlu oluyorum. Onların güldüklerine gülmek, onları daha iyi anlamak ve yaşatmak istiyorum bugünün bir babası olarak.
Geçenlerde yakın bir akrabamın kızının kaçtığını öğrendim. İçimde bir burukluk yaşadım onun adına. Keşke yaşanmış bunca tecrübelere bakarak bir daha bir daha düşünseydi. Bayramda mutluyum tiyatrosunu oynamanın ne kadar zor oynandığını yaşayanlarına sorsaydı keşke. Anne babayı bu tiyatroda rol yapar hale getirmenin insana ne kadar acı vereceğini. Ama buna kader mi demek lazım bilemiyorum. Kınamıyorum; çünkü insanın kınadığı şeyin başına gelmeden ölmeyeceğine inanıyorum; sadece üzülüyorum. Aslında hepimiz bir anlamda oyuncu değil miyiz zamanı gelince rollerimizi oynamak için bekleyen? Kimimiz havadan nem kapan bulut, kimimiz yağmur altında ıslanmayan evlat. Peki, nedir öyleyse bu dünya tiyatrosundaki rolümüz ve nasıl hayırlı bir evlat olunur? Bu zor soruyu çözemedim hala. Ve cevabını insanoğluna iki şey öğretecek galiba; biri dünden bize miras kalan ihtiyarlık; biri de Fatihalar okunan mezarlık.
19/03/2011 Şanlıurfa